Toplantıya TSÜAB Başkanı Yıldıray Gençer, Prof. Dr. S. Ahmet Bağcı, Prof. Dr. Fahri Altay, Prof. Dr. Hamit Köksel ile TSÜAB Başkan Yrd. Ökkeş Yıldırım, Yönetim Kurulu Sayman Üyesi Hanifi Sarı, Yönetim Kurulu Üyesi Yekta Atalay ve TSÜAB Sekretaryası katıldı.
Sektöre yönelik genel bir değerlendirme yapan Yıldıray Gençer, Türkiye’nin dünya ile yarışacak seviyede tohumculuk sektörüne sahip olduğunu bildirdi.
Alkışlanması gereken sektörün dışa bağımlı gibi gösterilmeye çalışıldığını ifade eden Gençer, bunun tohumculuğun gelişmesini istemeyen bazı çevreler tarafından bilinçli olarak yayıldığını öne sürdü.
Gençer dünya tohum ticaretinin 50 milyar dolar seviyesinde olduğunu kaydederken, radikal AR-GE desteği verilmesi hâlinde Türkiye’nin bu pazarda ilk 5 içine girebileceğini aktardı.
TSÜAB Başkanı Yıldıray Gençer; “Hepimizin bildiği gibi tarım dün de önemliydi ama bugün daha çok önem kazandı. Ülkelerin, insanlığın geleceği ve güveni için Tarımın en stratejik alan olduğu ortaya çıktı. Şimdi ve bundan sonra tarımsal gücü elinde bulunduran ülkeler en güçlü ülkeler olacaktır.
Bildiğiniz gibi ülkemizde herkesin çok iyi bildiği ve konuştuğu iki konu var; futbol ve tarım. Tarımın içerisinde de Tohum.
Geçtiğimiz günlerde sosyal mecralarda, yazılı ve görsel basında karşımıza “7 bin yıllık buğday” diye bir haber çıktı. Habere göre kazı çalışmalarında bir küpte tohum bulunmuş, tohumlar 7 bin yıllık imiş, her başakta 250 dane tutmuş, bir ekmişler bin almışlar. Bakın bunu yapanlar dolandırıcıdır. Bir tohumun 7 bin yıl canlı kalması mümkün değildir. Tohumlar gen bankalarında bile çeşitlere göre en fazla 20 yıl saklanabilir. Sonrasında tazelemek gerekir. Bunlar tamamen yalan haberler. Bu kişiler ilgiyi üzerine topladıktan sonra internet üzerinden bir tane buğdayı 20 liraya pazarlamaya kalkıyorlar. Ata tohumu diyerek insanların duygularını harekete geçirip insanları resmen dolandırıyorlar.
Bizim ana gündemimiz buğday ile ilgili haberlerdi. Ancak bahsetmek istediğim birkaç önemli husus daha var.
Mesela GDO’lu tohum deniyor. Ancak bizim Ülkemizde GDO’lu tohum yok! Kanunen yasak. Üretilemez, ithal edilemez ve dolayısı ile topraklarımızda yetiştirilemez. Kayıt altına alınmış çeşitlerimizin hiçbiri GDO’lu değildir. Tohumların gümrük girişlerinde hastalık, zararlı ve GDO analizleri yapılmakta, sağlıklı tohumların ülkemize girişine izin verilmektedir.
Yine hibrit tohumlar için GDO’lu deniyor. Hibrit ile GDO’nun uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Hibrit melez demektir. Doğada kendiliğinden de gerçekleşen bir olayın kontrollü olarak yapılmasıdır. Çiftçimizin gündeminde de böyle bir konu yok. Ancak tüketicimizi yanlış yönlendirip algı yaratıyorlar.
Hibrit tohumlar için bir de kısır tohum ifadesi kullanılıyor. Bu da yanlış bir yorum. Hibrit çeşitlerle yaptığınız üretimden tohum alabilirsiniz. Ancak bu tohum ilk ektiğiniz hibrit tohum değildir. Bizlere daha 8. Sınıfta öğretilen Mendel’in bezelyelerinde olduğu gibi f1’den -yani ilk dölden sonra açılmalar meydana gelir. Melezleme geriye doğru gider, yine ürün alırsınız ancak birebir aynı kalite ve verimde ürün beklemek bilim dışıdır.
Bir diğer konu ise çiftçilerimizin kendi tohumunu üretmesi ekmesi yasaklandı söylentisi. Bu da tamamen gerçek dışı bir iddia. Kanunu açıp okursanız böyle bir hüküm olmadığını da görürsünüz. Çiftçilerimiz kendi mahsullerinden elde ettikleri ayırdıkları tohumları kullanabilirler.
Tohum dünyadaki en stratejik üründür. Geleceğimizdir. Gıda savaşlarının temelini oluşturacak niteliktedir. Bu canlı materyallerin tohum özelliği taşıması için tüm dünyada kabul edilmiş şartlar var. Bu şartları taşımayan her tanenin tohum olarak nitelendirilmesi ve ticarete konu olması bizleri felakete sürükler. Çiftçilerimiz de bunun farkında merak etmeyin.
Yerel tohumların üretimi yasaklandı söylentisi de herkesin dilinde. Yerel çeşitler genetik kaynak olarak görülmeli ve adapte oldukları bölgelerde korunmaları için desteklenmelidir.
Devletimiz de 2019 yılında çıkardığı Yönetmelik ile yerel tohumların kayıt altına alınması, çoğaltımı, pazarlanması, idamesi ve sürdürülebilir kullanımı ile ilgili kurallar getirerek, ticareti yapılacak yerel çeşit tohumluklarının üretimi ve bunların piyasaya arzı ve bu konudaki denetimlere ilişkin usul ve esasları belirlemiştir. Yani üretimi ve kontrolü devletimiz tarafından yapılmaktadır.
Bu ve bunlar gibi pek çok söylenti popüler olmak ve popüler kalmak isteyen, işin uzmanı olmayan kişiler tarafından aktarılmaktadır. Bu söylentiler nedeniyle konuya hakim olmayan tüketicilerimizin aklı karışıyor. Pazarda manavda sebze meyveden uzak duruyor, çocuklarına ekmek yedirmiyorlar.
Söylentileri yayan bitkisel kürlerini pazarlayan kişiler para kazanıyor, Tarım Sektörü zarar görüyor.” dedi.
Prof. Dr. Hamit Köksel ise, “Islah yapmanın günah olduğunu iddia eden Profesörlerin glütensiz buğday neden ıslah etmiyorsunuz ben size yardım edeyim diye birbirine zıt iki açıklaması var. Islah yapmak günahsa glütensiz buğdayı nasıl ıslah edecekler?
Anadolu coğrafyası buğdayın anavatanıdır. Göbeklitepe’den beri burada buğday yetiştirilmiş ve işlenmiş. Ancak son 100 yılda tüm dünyada teknoloji de gelişti. Şimdi kavuzlu buğdaylardan siyezlerden söz ediliyor. Siyez buğdayını tam buğday olarak öğütüp ekmek yapmaya kalkasanız kavuz ağzınızı keser, çiğneyemeyeceğiniz yiyemeyeceğiniz şekilde olur. Bu tür kavuzlu buğdayların kavuzunun çıkartılması gerek bu ayrı bir işlemdir, değirmenlerdeki ipek elekler bu buğdayları öğütmek için de uygun değildir. Bu buğdaylar teknolojik olarak ne değirmenciliğe ne ekmek ne de makarna sanayine uygun değildir. Ata tohumu ile ülkeyi doyuracağım dediğiniz zaman doyuramazsınız. Türkiye’de teknoloji de bilgi de var. Ancak bilim adamları ile bunları tartışmak yerine konu küpte bulunan bir buğdayla ülkeyi kalkındırmaya geliyor. Böyle bir şey yok. Ben Sibirya’da Rusya için buğday araştırması yapıyorum. Biz yüksek besin değerlerine sahip olan mavi, siyah renkli buğdaylar yerine maalesef atadan dededen kalma konuları tartışıyoruz.” dedi.
Prof. Dr. Ahmet Bağcı da konuyla alakalı olarak, “Ata tohumu yanlış bir ifadedir. Sosyal medyada oldukça sık kullanılmaktadır. Özellikle de tüketicilerin kafası karıştırılmaktadır. Yerel tohum ya da köy popülasyonu kavramları ise doğru karşılıktır.
Tarımı gelişmiş hiçbir ülke bu konuları konuşmuyor. Bizlerde de yerel çeşitler var, bunlar kullanılarak yeni çeşitler geliştirdik. Buğdaya bizler kefiliz, buğdayımız doğaldır. Türkiye’nin tamamında yerel tohumların kullanıldığını düşünürseniz yıllık 18 milyon ton olan buğday rekoltesini, 3-4 milyon tona kadar düşürürsünüz. Sonra aradaki 17 milyon tonu nereden alacağız? Bilim insanları ülkemizin geleceği için yüksek verimli ve kaliteli çeşitler ıslah ederken bu konuları tekrar gündeme taşımak gereksizdir. Sorgulanması gereken ise bizler teknolojiye yeni neler kattık. Kıyaslanması gereken de Hollanda ne yaptı Amerika ne yaptıdır. Bu ülkelerin hangisi köy popülasyonu dediğimiz yerel çeşitlerle üretim yapıyor? Sizce onlar bilmiyor mu bunu? Bizi bilerek ya da bilmeyerek çıkmaz sokağa saptırmak istiyorlar.” diye konuştu.
Toplantının devamında Prof. Dr. Fahri Altay, “Tohum tarımın temel girdisidir ve canlı bir varlıktır. Canlılığını sürdürebilmek için enerji harcar. Ve belli süre geçtikten sonra sadece kömür kalır. Kazılarda bulunan tohumlar karbonlaşmıştır, saf kömürdür ve canlı değildir. 7 bin yıllık tohumdan yeni bir ürün elde etmek mümkün değildir. Tohumlar, özel koşullarda korunan gen bankalarında bile yaklaşık 20 yıl süre hayatta kalabilir. Bu kazılarda mezarlarda bulunduğu iddia edilen buğdaylar bizim önümüze 1980’li yıllarda çıktı. Ardından yıllar içerisinde defalarca gündeme geldi. Ancak bahsettiğimiz gibi konunun bir gerçeklik payı yoktur." şeklinde konuştu.
-15.06.2022 / Ankara